Kadın ve genç kız sığınma evlerinde aktif olarak görev yapan hukuk danışmanı Avukat Sevda Şahin, gündemdeki Ayşe Paşalı olayını hukuki açıdan değerlendirmiş ve kadına şiddetin günden güne arttığını istatistikî verilerle ortaya koymuştur.

Avukat Sevda Şahin ayrıca devlete düşen görevin, Ailenin Korunması Kanunu çerçevesinde veya yeni bir kanunla, bu toplumsal sorunu ortadan kaldıracak önlemleri hızla almak olduğu açıklamasında bulunmuştur.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, tüm dünya emekçi kadınları tarafından kutlanan uluslararası bir gündür. Türkiye’deki sosyalist çevreler bu günü “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adıyla kutlama taraftarıdırlar.
1975’i Dünya Kadınlar Yılı ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın tüm kadınlar için Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.

Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlandı. 1975 yılında kutlamalar daha yaygınlaştı ve sokağa taşındı.
Fakat bu kutlamalara rağmen, kadına karşı şiddetin 2007 itibariyle dünya geneli verileri şu şekildedir:

İSTATİSTİKLER

  • Kadınlara karşı şiddet dünyada en yaygın görülen, ancak en az cezalandırılan suçtur.
  • Tahminlere göre 113 ile 200 milyon arasında kadın demografik olarak “kayıp” (yok) görünmektedir. Ya doğar doğmaz öldürülmüşler (erkek çocuğun kız çocuğa tercih edilmesi) ya da erkek kardeşleri ve babalarıyla eşit derecede gıda ve tıbbi olanaklara ulaşamamışlardır.
  • Fuhşa zorlanan ya da bunun için satılan kadınların sayısı yılda 700.000 ila 4.000.000 arasındadır. Cinsel kölelik düzeninden elde edilen kazanç yılda tahminen on iki milyar dolardır.
  • Küresel olarak, on beş ile kırk beş yaş arası kadınlar, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha ziyade, erkek şiddeti sonucu hayatını kaybetmekte veya sakatlanmaktadır.
  • En az üç kadından biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da hayatı boyunca başka türlü suiistimal edilmiştir (tecavüz, kötü davranış vb.). Genellikle, suiistimal eden kişi, aileden bir üye ya da kadının tanıdığı bir kimsedir. Ev içi şiddet – bölge, kültür, etnik köken, eğitim, sınıf ve din ne olursa olsun – kadınlara karşı en yaygın suiistimal şeklidir.
  • Dinsel, kültürel vb. nedenlerle yılda iki milyondan fazla kız çocuğunun genital organlarına hasar verilmektedir. Bu oran, 15 saniyede bir kız çocuğuna denk düşer.
  • Sistematik tecavüz, yeryüzündeki birçok çatışmada terör silahı olarak kullanılmaktadır. Ruanda Soykırımı (1994) esnasında 250.000 ile 500.000 kadının tecavüze uğradığı tahmin edilmektedir.
  • Araştırmalar, kadına karşı şiddet ile HIV virüsü arasında yükselen bağlantıyı göstermekte ve HIV bulaşmış kadınların daha fazla şiddete maruz kaldıklarını, şiddet kurbanlarının da HIV bulaşma risklerinin daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu verileri inceledikten sonra, onurlarına bir gün adansa bile, kadınların kaderlerinin değişmediği ortadadır. Kaldı ki 8 Mart bile, 129 kadının ölümü sonucunda kadınlara adanmıştır.

Peki, neden kadına karşı şiddet eğilimi değişmiyor? Birleşmiş Milletlerin sloganı haline gelmiş olan “Kadınlara ve kız çocuklara karşı şiddetin dokunulmazlığına son” söylevini hukuksal güvence altına alamayışımızın sonucu bu şiddet devam etmektedir.

Ülkemizde her ne kadar, Uluslararası Sözleşmeler, Anayasa, Ceza Kanunu, Aile Kanunu ve diğer kanunlarda kişi hak ve hürriyetleri güvence altına alınmış ve şiddetin cezalandırılacağı öngörülmüş ise de, uygulamada sonuç değişmemektedir. Bunun nedeni konuyu temelinden ele alamayışımızdan kaynaklanmaktadır.

Öncelikle kadının önemi ve değeri ailede aşılanmalı, okulda geliştirilmelidir Ayrıca sosyal, ekonomik, eğitim olanakları aile ve devlet eliyle güvence altına alınmalıdır. Kaldı ki bu görevler, devletin Anayasal ve Sosyal Devlet olmasının, olmazsa olmaz koşullarıdır.
Adli vakalarda, süreç öncesi, adli yargılama sırasında ve sonrasında kadın koruma talep ettiğinde veya gerektiğinde devlet tarafından kurulacak olan, kadın ve çocuk sığınma evleri aracılığıyla bu süreç tamamlanmalıdır.

Korumasız ve güvencesiz kadın adliyeye başvuramadığı gibi, başvuran da Ayşe Paşalı olayında görüldüğü üzere, bunu canıyla ödemektedir.
Devlete düşen görev, Ailenin Korunması Kanunu çerçevesinde veya yeni bir kanunla ivedi olarak, bu toplumsal sorunu ortadan kaldıracak önlemleri almaktır. Aksi takdirde bu sorunların sonu gelmeyecektir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü de şekli kutlamalardan ibaret kalacaktır.